20 Ocak 2014 Pazartesi

Gezelim Görelim || Ankara - Beypazarı


Herkese sendromsuz bir Pazartesi diliyorum ve ikinci Gezelim Görelim yazıma başlıyorum. Evet bu yazıyı yazmak için inanılmaz derecede geç kaldım biliyorum ama Gezelim Görelim kategorimi 2014'te başlatacağım için yazmamıştım.
10 Kasım nedeniyle Ankara'ya bir ziyaret gerçekleştirdik ve yolumuzun üstü olduğundan ve tur Beypazarı'nı da kapsadığından Beypazarı'nı da görmüş olduk.
İlk olarak Nallıhan Kuş Cenneti'ne gittik. Burada fazla fotoğraf çekmedim çünkü hem güneşin açısı hem de gittiğimiz açıdan kuşların çok az ve uzak gözükmesi yüzünden çekilen fotoğrafların hiç biri yeterince güzel değildi.



Daha sonra oralı teyze ve amcaların tezgah açtığı ve yöresel otlar, sebze- meyveler sattığı bir pazar yerine gittik. Pazar dediğime bakmayın 6 tezgah ya var ya yok. Bu arada size tavsiyem eğer yolunuz düşerse mutlaka bir paket kekik ve biberiye alın. Bugüne kadar tattığınız lezzetlerden çok daha güzeller.



Tabi bir de fazlasıyla ısrarcılar. Kısa bir süre annemleri kaybetmemi fırsat bilip kolumdan biri bir tezgaha biri öbür tezgaha çekip bir şeyler satmaya çalıştılar :)
Yemek yemek için Bağ Evi Anadolu Mutfağı isimli bir yere gittik. Otantik parçalarla döşenmiş, yemeklerin bakraçlarla servis edildiği, 3 nesildir aynı aile tarafından işletilen şahane şirin mi şirin bir restoran.



Arkadaşlar yediğim en güzel etli yaprak sarmasını yedim o gün. Hala düşününce tadı damağımda resmen. İncecik, tek lokmalık sarmalar sanırım yöresel baharatlar ya da yapanın elinin lezzeti yüzünden şahaneydi. 
Yemeğin ardından 95 yaşındaki babasıyla birlikte mekanı şuan da işleten oğlu ( ki kendisi İstanbul Erkek Lisesinde okumuş, çünkü o bölge de eğitime inanılmaz bir önem veriliyormuş) şahane bir tiyatral gösteri yaptılar.
95 yaşında bir dedenin böyle hareketli olması sanırım öyle yerlerde yaşamış olmanın bir lütfu.



Beypazarı'nın telkarisi meşhurmuş. Ben genelde Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde bu telkari işi var diye bilirdim ama yanılmışım demek ki. Bizi içinde atölyesi de olan bir gümüşçüye götürdüler. Telkari, teli kıvırıp şekiller vererek yapılan aksesuarlar ( kolye ucu,küpe,yüzük,anahtarlık vs..).
Tabi ki fiyatlar çok uçuk olduğu için ( İstanbul gibi değil ama yine de pahalıydı) bir şey almadım.




Beypazarı aynı Safranbolu gibi taş sokaklar, beyaz iki üç katlı şirin evler, salaş cafeler ve tezgahlarında el işi incik boncuklar, tahta eşyalar ve ev yapımı yiyeceklerle dolu. Beypazarı kurusu diye,  bizim bildiğimiz galetalara benzeyen ama çok daha güzel bir lezzete sahip atıştırmalıklardan da mutlaka alıp çayın yanında yiyin.




Daha sonra Yaşayan Müze'ye uğradık. Bu müze bildiğiniz müzeler gibi değil. Bir evin her odasında eskiden o bölgede yapılan eğlenceler, inanışlar, el işleri vs. sergileniyor. Çalışanlar inanılmaz başarılı söylemeden geçemeyeceğim. Odalardan birinde kurşun dökülürken, diğerinde Hacivat-Karagöz oynatılıyor, berikinde yapılan şalların, örtülerin eskiden nasıl makinelerde yapıldığı sergileniyor. Gerçekten adı üstünde yaşayan müze!




Buradaki gezintimizde bitince Beypazarı'nın meşhur Havuç Meydanı'na indik. Gerçekten meydanda bir havuç heykeli var :)




Otobüsümüze binip Ankara'ya doğru yola çıktık. Herkes inanılmaz yorulmuştu, ee bütün gün tabana kuvvet gezdik, otobüse in bin yorulduk tabi. Tur rehberimiz Ankara'da kalacağımız otelin dört yıldızlı olduğunu söylediğinde biraz hayalkırıklığı yaşadım. Acaba yeterince temiz midir? Konforlu mudur? Yemek ve kahvaltı nasıldır?




Asrın Park Hotel'e vardığımızda çok yanıldığımı anladım çünkü odaları, yemekleri ve kahvaltısı da dahil olmak üzere şahaneydi. Gittiğim bir çok beş yıldızlı otelden daha güzel, daha temiz ve konforluydu.
Çalışanlar güleryüzlü ve çok yardımseverdi. Dönüşte annem valizini otelde unutunca telefonda inanılmaz yardımcı oldular ve hiç bir şeyi kaybolmadan kargoyla bize ulaştırdılar,bir kez daha çok teşekkür ediyorum.




Tabi ki bu etkinliğin esas ana amacı 10 Kasım'da Atamıza daha yakın olabilmek, hala onun izinde, hala onun bizim için verdiği emeklerin sayesinde bugünlere geldiğimizi gösterebilmek için Anıtkabir'de onun huzurunda olmaktı.
Biz de sabah kahvaltımızın ardından yola çıktık ve Anıtkabir'in yolunu tuttuk. Maalesef insan yoğunluğundan dokuzu beş geçe Anıtkabir'de olamadık. Zaten resmi tören olduğundan sivilleri almamışlar içeri. Biz Anıtkabir'e doğru giden yolda saygı duruşunda bulunduk. Sonra da ağır ağır yürüdük Atamıza doğru.




Tarifi mümkün olmayan duygular yaşadığımı söylemeliyim. Ağlayanlar, geldiği için inanılmaz sevinçli olanlar, herkes coşkuluydu. Herkes sabahın o saatinde, o kalabalıkta ve o soğukta sokaklarda olmaktan mutluydu! Başka kim için, hangi sebeple binlerce insanı biraraya toplayabilirsiniz ki?

Bir Galatasaraylı olarak söylemeliyim ki, Fenerbahçe taraftarını takdir ettim. Belki yüzlerce Fenerbahçeli insan hep birlikte İstanbul'dan kalkıp gelmişlerdi.


Annemlerin yaptırdığı Atam İzindeyiz tişörtlerimizle yürüdük Aslanlı Yol'da. O kadar çok bayrak, çiçek, insan vardı ki önünüzü göremiyordunuz. Şuan bile aylar sonra o anları yaşıyor gibiyim.


Anıtkabir ziyaretimizden sonra Mehmed Akif Kültür Evi'ne gittik. Mehmet Akif Ersoy'un bir dönem yaşadığı evmiş ve müze haline getirilmiş.




Mehmed Akif'in evine giden yolda birbirinden tatlı cafeler vardı. Biz de hem dinlenelim hem de bir şeyler içelim diye bir tanesine girdik. Tuvaletler de kadın erkek tabelası yerine bu şekilde objeler asılıydı. Paylaşmadan edemedim. Çok orjinal ve şeker bir fikir bence :)


Daha sonra birinci ve ikinci T.B.M.M'lerine gittik. Oturdukları sıralar, konuştukları kürsüler, avizeler, odalar, koridorlar o kadar büyük bir tarih yatıyor ki insan nefesini tutarak geziyor resmen.




İkinci mecliste maalesef fotoğraf çekimine izin verilmiyordu. O yüzden sadece kapısının fotoğrafını çekebildim.
Meclisleri de gezdikten sonra otobüsümüze bindik ve İstanbul'un yolunu tuttuk.
Benim için hem Ata'ya ziyaret, hem de çok eğlenceli bir gezi oldu. Her sene 10 Kasım'da gitmek en büyük isteğim...

Sevgiler....











Hiç yorum yok:

Yorum Gönder